Ankara – Dilek Türker

ANKARA: “Ankara’ya bahar gelmişti, yolu uzatıp Ayrancı’da yürüdüm biraz. Sürülen bahçelerin tazeliği, yeni biçilen çimlerin kokusu, budanan ağaç dallarının saçıldığı kaldırımlar, köşe başı çiçekçilerin kabına sığmayan halleri, kuaförden çıkan kadınların arkalarında bıraktığı esinti, güven veren mutlu çocuk yuvaları, parça kontör satan kuruyemişçiler, pazardan dönen eli kolu dolu teyzeler, otobüs duraklarında bekleyen huysuz amcalar, kol kola…

Göze Almak – Mehmet Güreli

GÖZE ALMAK: “Dünyayı mı gezmeye çıkmıştı, yoksa yerinden ya da kendinden hoşnutsuzluğu mu dağıtmaya? Geminin ipleri koptuğunda anladı her şeyi; evden uzaklaşmaya başladığını, nereye gideceğini bilmediğini ve öfkesinin sınırsızlığını hissetti. İçinde kurduğu, hayal ettiği, sadece ‘bilmediğim’ diye tanımlayacağı sonsuz bir alanda kaybolup gitmek, bilinmeyen arazilerde, beldelerde ya da garip kuşların ilk kez şarkılarını rahatlıkla söyleyebildikleri…

Kötülük – Yalçın Tosun

KÖTÜLÜK: “Daha fazla dayanamayıp kulağına doğru eğildim: “Kimseye, kendine bile tüm hayatını anlatmamalı insan. Çünkü bu kötülüğü hiç kimse hak etmiyor.” Parkta – Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler, Yalçın Tosun

Geçmiş – Peride Celâl

GEÇMİŞ: “Ayağını bir taşa vurup kendine geldiği zaman geçmişleri düşünmekle büyük bir hata yaptığını anladı. Felâketli zamanlarda iyi günleri hatırlamak açık bir yaranın üstüne biber sürmeye benziyordu. En kötü hâdiseler de zaten daima bu iyi günlerinin ardından acı acı sırıtmaya başlıyordu.” Paltosuz Adam, Genç Neslin En Güzel Hikâyeleri – Peride Celâl

Uyku – Fahri Celâlettin Göktulga

UYKU: “Uyku, ölümün fotoğrafından ziyade, hakikatine benzeyen karikatürüdür. Birbiri üstüne, mütemadiyen her gece rüya görürdüm, garip, karışık, mânasız şeyler… Her defasında aynı vahim kavga, küçücük bir darbe ile yıkılıveren büyük dağlar, gürültü.. Gürültü!.. İnanır mısınız? Felâketin başladığını derhal hissederdim.” Hayalet, Fahri Celâlettin Göktulga (d. 20 Mayıs 1895, İstanbul – ö. 3 Haziran 1975, İstanbul)

Kadın Çantası – Müge İplikçi

KADIN ÇANTASI : “Kadın çantaları bir yapboz gibidir. Her şey vardır içlerinde. Ayna, makyaj malzemeleri, ped, alışveriş listesi, yaşama dair küçük notlar, dualar, derinlerde cep telefonu, dahası yaşamını, bal gibi de içine koymuş gibidir kadın, arka gözlere, parça parça. Tek tek birleşir parçalar ve denmesi gerekeni der, sonra tekrar dağılır, istenilmiyorlarsa, kaybolurlar.” Sevim, Çok Özel…

İyilik – İsmail Güzelsoy

İYİLİK: “Bu yetmemişti bana. Böylelikle yalnızca iyi bir insan olabilirdim. İyilik çok kaypak bir oyundu. Dünyada sahtekârlığa en yakın kavram iyilikti, artık biliyordum bunu. Bir kaideye dayanmadan iyi olabiliyorsam aynı şekilde kötü de olabilirdim. Dünya benim iyi ve kötü hallerime tahammül etmek zorunda değildi. ‘’Vicdana bile lüzum hissetmeyeceğimiz bir adalet arzuluyoruz,’’ demişti Süreyya.” Değmez, İsmail…

Sevmeyi Öğrenmek – Reşat Nuri Güntekin

SEVMEYi ÖĞRENMEK: “Kâmran, ben, seni sevmesini senden ayrıldıktan sonra öğrendim. Hata yaptığım tecrübelerle, başkalarını sevmekle sanma sakın. Gönlümün içindeki derin, hazin, ümitsiz hayalini sevmekle.” Çalıkuşu, Reşat Nuri Güntekin (s.361)

Mektup – Behçet Çelik

MEKTUP: “Bir de senden mektup bekliyorum. Gittiğin yerden. Attığını biliyorum. En az iki gün yolda geçer. Bir gün postacının çantasında. Yarın bir gün alırım. Zarfı heyecanla açarım. Bir de dışarı çıkabilsem. Zarfla birlikte köprüye gider, köprüden nehre bakarız. Yine mi mektup yok bana? Bugün postacıda demek ki. Yarın gelir. Yaşasın. Yarın geleceksin. Gülümsemenle. Akordeonu da…

Uçmaya Yeltenmek – Haldun Taner

UÇMAYA YELTENMEK: “Bütün çabalar boşuna… Ne yaparsa yapsın, istediği kadar havalanacağım diye çırpınsın, sonunda insanoğlu da yaralı bir leylek gibi rezil ve perişan yan üstü toprağa yuvalanmıyor mu? Kaderlerimiz aynı: Uçamayacağını bilmek, yine de uçmaya yeltenmek.” İznikli Leylek, Haldun Taner